GİRİŞ
Bilindiği gibi müslümanlık, hıristiyanlık ve musevilik "Semavi Dinler" olarak tanınmakta ve bilinmektedir. Bu isimle anılmalarının esas nedeni temelde doğrudan doğruya vahye dayalı birer din niteliğine sahip olmalarıdır.
Semavi Dinlerin üç tane olmasının tabii bir sonucu olarak, semavi din mensupları da 3 ana isim altında bilinirler:
1. Müslümanlar
2. Hıristiyanlar (İseviler)
3. Yahudiler (Museviler)
Temelde 3 isim altında isimlendirdiğimiz bu din mensupları, zamanla çeşitli grup ya da fırkalara bölünmüşlerdir. Mesela, sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselam Efendimiz, bir Hadis-i Şeriflerinde bu konuda şöyle buyurmuşlardır: "Yuhadiler 70 fırka, hıristiyanlar 71 fırka oldular. Benim ümmetim de 72 fırka olacak ve bu fırkalardan sadece bir tanesi selamette kalacaktır." Günümüzde bu haber tamamen gerçekleşmiştir.
Bilinen bir diğer husus da şudur: Adem aleyhisselâmdan başlayarak, gelmiş geçmiş bütün peygamberler Habib-i Kibriya salallahu aleyhi ve sellam Efendimizin geleceğini ümmetlerine haber vermişlerdir. Ayrıca Tevrat'ta olsun, İncil'de olsun Muhammed Mustafa aleyhisselâmın geleceği haber verilmiş ve bununla yetinilmeyerek vasıfları da belirtilmiştir. Yine Adem aleyhisselâmdan başlamak suretiyle insanlar zamanla peygamberler tarafından bildirilen, açıklanan ve yaşanan hak yoldan sapmış; dalalet, küfür, şirk ve cehalet yollarına saparak; yollarını şaşırmışlardır. Her defasında da Cenab-ı Hak insanları irşad, doğru yolu beyan ve Hakk'a davet için yeniden peygamberler göndermiş; ancak, buna rağmen şirk, küfür ve isyanda ısrar edenleri çeşitli şekillerde helâk etmek suretiyle, sonra geleceklerin bundan ibret almalarını dilemiştir. Ne var ki, insanoğlu yine ibret almamış, yine azmış ve yine sapıtmaktan geri kalmamıştır. Ama, bütün bunlara rağmen her devirde hak ve doğru yolda olan salih kullar da dünyadan eksik olmamıştır.
Kısacası, Hak ve batılın temsilcileri daima mevcut olmuş ve bu iki kesim arasındaki hak-batıl mücadelesi günümüze kadar süregelmiş, halen sürmektedir ve kıyamete kadar bu mücadele kesintisiz olarak sürüp gidecektir. Bu durumda, insanları 2 ana grupta düşünebiliriz:
1. Hak'ta olanlar.
2. Batılda olanlar.
Hakta olanlar tek cüzdür. Bölünme kabul etmezler. Ayrı mezheblerde olsalar bile BİR İLAH'a ibadet, aynı Kitab'a (Kur'ân'a) bağlılık ve sadakat, aynı peygambere iman ve sadakat... yönlerinden aralarında hiçbir farklılık bulunmaz.
Batılda olanlara gelince, pek çok isimler altında ve büyük denecek sayıda gruplar oluşturmalarına rağmen; bunlar da temelde 3 ana isim altında toplanabilir:
1. Münafıklar.
2. Müşrikler.
3. Kâfirler.
Ateist olsun, budist olsun, mecusi olsun, -İslam hariç- yeryüzünde mevcut bütün din çeşitlerinin mensuplarını bu üç sınıfın dışında mütalaa etmek mümkün değildir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, insanların her sapıtmasının akabinde Allah celle celâlühü, Peygamberlerini göndermiştir. Bunlardan bir kısmı yeni bir şeriat getirmemiş, sadece kendisinden önce gelmiş olan şeriat sahibi peygamberin yolunu izlemiştir. Bunlara "Nebi" diyoruz. Bir diğer kısmı ise yeni bir Kitap ve dolayısıyla yeni bir şeriat getirmişlerdir. Bu yüce zatlara da "Rasul" denir. Peygamberlerden kimisine birkaç sayfalık kitap, yani "Suhuf" verilmiş, kimine de büyük "KİTAB" verilmiştir. Bilhassa yeni bir şeriatle gelen "Büyük Kitab" sahibi peygamberler başta olmak üzere, rasullerin en büyüklerine ayrıca "Ulul azm peygamberler" adı verilmektedir.
Azgın ve sapıklar zümresini oluşturan batıl ehli, peygamberlerin yollarını değiştirmek ve o yola ters düşen bir hayatı tercih etmekle kalmamış; Allah'ın gönderdiği Kitab'ları dahi değiştirmek ve tahrif etmek cür'etini de göstermişlerdir.
Mesela, dünyaya hakim olmuş, dünyaya hükmünü geçirmiş 4 şahıstan biri olan Buhtunnasar adındaki hükümdar Kudüs'ü işgal ettiği zaman, gökten inen Tevrat'ı ve Zebur'u da yaktırmış; yok etmişti. Asıl Tevrat 40 cüz'den oluşuyordu. Zamanla Tevrat'ın pek çok yerleri unutuldu; değiştirildi. Muhtelif kişiler, akıllarında kalan Tevrat âyetlerini yazdılar. Neticede birbirini tutmayan muhtelif kitaplar ortaya çıktı.
Babil hükümdarı Buhtunnasar'ın 586'da Yehuda Devletini yıkmasından ve Tevrat ile Zebur'u yakarak yok etmesinden 200 yıl kadar sonra (M.Ö. 400 yıllarında) yaşamış olan Azra adındaki bir şahıs, ortaya çıkmış olan çeşitli Tevrat risalelerini topladı ve şimdiki Ahd-i Atik'teki Tevrat'ı yazdı.
Nasıl ki, "Suhuf"ların tahrifi ya da yok edilmelerini müteakiben, yeni "Suhuf"lar gönderildi ise; pek tabiidir ki Tevrat ve Zebur'un yok edilmesi ve tahrifinden sonra da Cenab-ı Hak yeni bir Peygamber ve O'nunla birlikte yeni bir KİTAB ve o Kitab'ın ihtiva ettiği ya da bildirdiği bir şeriat da gönderecekti. Nitekim öyle oldu.
Bu yeni Peygamber İsa aleyhisselâm idi. O da bir insandı. Adem aleyhisselâmı nasıl hem anasız ve hem de babasız yarattı ise, Havva anamızı nasıl anasız yarattı ise, O'nu da babasız yaratmıştı. Kudreti sonsuz olan ve bir şeyin olmasını dilediği zaman ona sadece "ol" diyen Allah celle celâlühü. 30 yaşında Peygamber olan, 33 yaşında iken diri olarak göğe kaldırılan, kıyamet yaklaştığı zaman Şam'da bulunan Ümeyye Camisinin minaresine inecek, evlenecek ve çoluk çocuğu olacak olan İsa aleyhisselâm, Mehdi aleyhisselâm ile bulaşacak, 40 sene yaşayacak ve Medine-i Münevvere'de vefat edecek ve Muhammed Mustafa aleyhisselâmın türbelerinin yanına yani "Hücre-i Saadete" defnedilecek olan İsa aleyhisselâm. Allah'ın kendisine gönderdiği İncil'de Muhammed aleyhisselâmınn geleceğine dair haber bulunan İsa aleyhisselâm.
"Bir vakit Meryem oğlu (İsa) şöyle demişti: "Ey îsrailoğulları! Ben, size (gönderilen) Allah'ın peygamberiyim. Önümde (benden önceki) Tevrat'ın tasdikçisi ve benden sonra gelecek peygamberin müjdecisi olarak geldim ki, o peygamberin ismi Ahmed (Muhammed)'dir." Sonra, İsa, onlara mucizelerle gelince: "Bu, apaçık bir sihirdir" dediler." (Saf-6
Hazreti MERYEM
Kur'ân-ı Kerim'de O'nun adıyla anılan bir sûre bulunan, Allah'ın övgüsüne mazhar olmuş yüce kadın; İsa aleyhisselâmın annesi olmak bahtiyarlığına ermiş mutlu hatun: Meryem binti İmran. Temiz nesebi olan "Al-i İmran" adı bir başka sûreye isim olmuş: Meryem radiyallahu anhâ.
Bu bölümde Hazreti Meryem radiyallahu anhâ hakkında kısa bir açıklama yaptıktan sonra, Kur'ân-ı Azümişşan'da Meryem radiyallahu anhâ hakkında varid olmuş bulunan ve Âl-i İmran ile Meryem Sûrelerinden alınmış bazı âyetleri meâl olarak vermekle iktifa edeceğiz.
Meryem binti İmran (İmran kızı Meryem) adı ile bilinen 2 tane Meryem vardır. Bunlardan bir tanesi Musa aleyhisselâmın kız kardeşidir. Babalarının adı İmran idi. Musa aleyhisselâmın ve kızkardeşi Meryem'in dedelerinin adı ise Yasher'dir.
Diğer Meryem ise, İsa aleyhisselâmın annesidir. O’nun da babasının adı İmran idi. Meryem radiyallahu anhu yani İsa aleyhisselâmın annesi olan mübarek kadının babasının babası yani dedesinin adı ise Masan olup; Yasher ile Masan arasında 15 asırdan fazla bir zaman vardır.
Rivayete göre, İmran bin Masan'ın baba ve dedeleri, İsrailoğullanmn önde gelenleri ve reisleri idiler. Beni Masan diye tanınırlardı.
Ayrıca, Musa aleyhisselâmın kızkardeşinin adının Meryem değil de Gülsüm olduğuna dair de rivayetler mevcuttur.
"Bunun üzerine Rabbi, Meryem'i güzel bir kabul ile kabul buyurdu. O'nu iyi bir şekilde yetiştirdi ve (eniştesi) Zekeriyya peygamberi de O'na kefil (himayesine memur) kıldı. Zekeriyya ne zaman Meryem'in bulunduğu mihraba girdiyse, O'nun yanında bir rızık (yiyecek) buldu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" dedi. O da: "Bu, Allah tarafındandır. Şüphe yok ki Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır." dedi. (Al-i İmran-37)"
"Hatırla ki, bir vakit melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Hakikaten, Allah seni ibadetle seçkin kıldı. Seni pak ve tertemiz büyüttü ve seni alemlerin kadınları üzerine seçkin kıldı. (Al-i İmran-42)"
"Meryem: "Ey Rabbim! bana bir insan dokunmamışken, nereden benim bir çocuğum olabilir?" dedi. Allah şöyle buyurdu: "Doğrudur. Sana bir kimse dokunmamıştır. Fakat, Allah-u Teâlâ dilediğini yaratır ve O, bir şeyi murad edince, ona sadece "ol" der; o da oluverir. (Al-i İmran-47)"
Meryem Sûresi 16. âyetinden başlayarak 34. âyetine kadar olan bölümünün meâli ise şöyledir:
"(Ey Resulüm) Kur'ân'daki Meryem kıssasını (onlara) oku. Hani o, (ibadet için) ailesinden ayrılıp (Beyt-ül Makdis'in) doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra, ailesinin önlerinde bir perde kurmuştu. Nihayet, O'na ruhumuzu (Cebrail aleyhisselâmı) gönderdik de, kendisine düzgün bir insan şeklinde (suretinde) göründü. (Meryem O'na) dedi ki: "Doğrusu ben senden Rahman’a sığınırım. Eğer mü'min ve takva sahibi isen (fenalık yapmazsın)." Cebrail: "Gerçekten ben, sana temiz bir oğlan vermek için sırf Rabbinin gönderdiği elçisiyim." dedi. Meryem dedi ki: "Benim için, nasıl bir oğlan olur? Bana bir insan dokunmadı ve ben de iffetsiz bir kimse değilim." Cebrail şöyle dedi: "Evet, iş dediğin gibidir. Ancak, Rabbin buyurdu ki, bu (baba olmaksızın çocuk vermek-yaratmak) bana çok kolaydır. Hem, bunu insanlara kudretimize delalet eder bir alamet ve (İsa'yı insanları hidayete götüren) tarafımızdan bir nimet yapacağız. Zaten, (ezeldeki takdirimizde) bu iş olup, bitmiştir. Nihayet (Cebrail'in üfürmesiyle) İsa'ya gebe kaldı ve bununla uzak bir yere çekildi. Sonra, doğum sancısı O'nu bir hurma ağacına dayanmaya götürdü. "Ah nolaydım, bundan önce ölseydim de, unutulmuş gitmiş olaydım" dedi. (Cebrail, yüksek bir yerde bulunan) Meryem'e aşağı tarafından şöyle çağırdı: "Sakın üzülme. Rabbin, senin alt yanında bir su arkı yarattı. Hurmanın (hurma ağacının) da dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülsün. Artık ye, iç gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahman'a bir oruç (sunmayı) adadım Bunun için bugün hiç kimseye asla söz söylemeyeceğim" de. Sonra O'nu (İsa'yı) yüklenerek kavmine getirdi. O'na dediler ki: "Ey Meryem! Doğrusu sen, acayib bir şey (babasız çocuk) getirdin. Ey Harun'un (soy itibarı ile neslinden gelen) kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi." Bunun üzerine Meryem (kendilerine cevap vermesi için) çocuğa işaret etti. Onlar: "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. (Allah'ın bir mucizesi olarak İsa) dedi ki: "Ben, gerçekten Allah'ın kuluyum, bana kitab verdi ve beni bir peygamber yaptı (bu tahakkuk edecektir). Beni her nerede olursam mübarek (hayrı öğreten) kıldı ve hayatta bulunduğum müddet, bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme ihsankâr kıldı ve beni azgın bir zorba yapmadı. Hem doğduğum gün, hem diri olarak (mezardan) kaldırılacağım gün, selamet benim üzerimedir." İşte (yahudilerle hıristiyanların) hakkında ihtilaf edip durdukları Meryem oğlu İsa'ya dair Allah sözü (hakikat) budur."
Dikkat edilecek olursa doğum yapan yani lohusalık halindeki Meryem'i Cenâb-ı Hak hurma ile beslemiştir. Bunun içindir ki, bir hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, lohusaların hurma yemelerini tavsiye buyurmuş ve: "Lohusa kadına daha iyi bir gıda olsa idi. Cenâb-ı Hak Meryem'i hurma ile değil, o gıda ile beslerdi." izahatını getirmişlerdir. Ayrıca, hamile kadınların da ayva yemelerini bir başka hadis ile tavsiye ederek, ayva yiyen hamilenin çocuğunun güzel olacağını haber vermişlerdir.
Meryem radiyallahu anhu, çocuğu olmayan bir ailenin kızı idi. Annesi çocuğu olması için Allah'a yalvardı ve kendisine bir evlat verdiği takdirde, Beytül Makdis'e adayacağına dair Allah'a söz vermişti. Beytül Makdis'e oğlan çocuklar adanıyordu ve bunun için de Allah'tan bir oğlan çocuğu vermesini ümid ediyordu. Nihayet, hamile kaldı ve Meryem dünyaya geldi. Annesi de Allah'a verdiği sözü gereğince çocuğu Beytül Makdis'e adamıştı. |
|
 |
|